Batı Afrika, Nijerya, Lagos… Zor bir coğrafyada; kız çocuk olmak, kadın olmak, abla olmak, kardeş olmak… Oyinkan Braithwaite’in Booker adayı ilk romanı Kız Kardeşim Seri Katil, çok kolay okunan ama hikâyenin altına gizlenmiş psikolojik vakalarla zihninizi altüst eden bir kitap.
Görünen ve –adı da dâhil- kitabın her noktasında bariz bir şekilde anlatılanlarla; gizlenen, anlaşılmayı okuyucudan bekleyen, bir görünüp bir kaybolan gerçeklerin bir arada durduğu bir kitap Kız Kardeşim Seri Katil. Abla Korede hemşire, aklı başında, mantıklı adımlar atan ama çokda çekici olmayan bir kadın. Kardeşi Ayoola ise Korede’den çok farklı; güzel, çekici, sorumsuz ve bir o kadar da menfaatçi… Seri katilin hangisi olduğunu tahmin etmek için kitabıokumuş olmanıza gerek yok; elbette Ayoola. Evet, Ayoola meşru müdafaa adı altında üç erkek arkadaşını da öldürmüş bir seri katil. Her defasında ablası Korede’den yardım istiyor. Korede eldivenler, çamaşır suları ve dezenfektanlarla olay yerine koşuyor, tüm pislik temizleniyor, ceset en yakın akarsuya sakince bırakılıyor ve konu kapanıyor. Şüpheli konumunadüştükleri, polis soruşturmasından geçtikleri de oluyor elbette ama her seferinde bir şekilde paçayı kurtarıyorlar. Ayoola, Korede’nin aşık olduğu ‘okyanus sesli’ Doktor Tade’le sevgili olduğundaysa işlerin seyri tamamen değişiyor. Hoş, işler zaten göründüğü gibi değil. Bu kadar vahim bir olayı böyle rahat rahat anlatmama şaşırıyor olabilirsiniz ama inanın yazar Braithwaite de öyle yapıyor. Kısa, kolay, akıcı cümlelerle yazılmış; yarım gününüzü ayırdığınızda kolaylıkla bitirebileceğiniz bir kitap Kız Kardeşim Seri Katil. Kitabı okurken “Bu kızların hayatı tam bir cehennem,” diye düşünüyorum ama hikâyenin yukarıda anlattığım ana hatlarından sarkan o kadar güçlü psikolojik sorunlar var ki, aklıma Hallac-ı Mansur’un şu sözleri geliyor: “Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.” Bir öğretmen ve anne olarakçok iyi biliyorum ki, bir çocuğun sergilediği davranış bozukluğunun öncelikli sorumlusu ebeveynleridir. Tıpkı 17 yaşında ilk cinayeti işleyen Ayoola ve kardeşinin tüm hatalarını koşulsuzca örten ablası Korede’de de olduğu gibi… İlk kez, babaları bir iş anlaşması uğruna Ayoola’yı bir kabile reisine satmaya çalıştığında savunmak zorunda kalıyor kardeşini Korede. Sonra Ayoola, babasına bir şeyh tarafından hediye edilen –ve ileride suç aletine dönüşen- bıçağı eline aldığı için babasından dayak yerken… Sonra da, erkek arkadaşı eve geldi diye, babası tarafından soyulup sopayla dövülürken… Liste uzayıp gidiyor. İkisi de çok acı çekiyor ama kimse duymuyor. “Bir defasında tepemde durmuş, ağzından cehennem kusuyordu. Bastonuna uzandı ve sonra… Ayağı tökezledi, dengesini kaybederek yere düştü, düşerken başını cam sehpanın köşesine çarptı. Yalpalayarak ayağa kalktım ve Ayoola koltuğun arkasında saklandığı yerden çıkıp yanıma geldi. İkimiz tepesine dikilip baktık. İlk kez ondan daha uzun boyluyduk. Hayatın ondan akıp gitmesini izledik. Sonra gidip annemi Ambien destekli uykusundan uyandırarak bittiğini söyledim.” Nefret edilen, hayatı cehenneme çeviren bir babadan alınan intikamınizleri var işlenen her cinayette. Ve içten içe, durum ne olursa olsun sanki kardeşini koruyacağına yemin etmiş bir abla… Çünkü bu öğretiliyor Korede’ye yıllarca. Ayoola babaya ve aileye kâr sağlayan taraf olduğundan hem aşırı korunuyor anne-babası tarafından, hem de babası ya da hayattaki başka bir şey canını yaktığında Korede tarafından korunması bekleniyor. Ve bu öğrenilmiş çaresizlikle ya Ayoola’nın cazibesi altında sıkışıp kalıyor Korede ya da onu korumak için kaplan kesiliyor. Sonlu bir hikâye değil bu. Tıpkı Nijerya gibi sosyo-ekonomik çıkmazların içinde yüzen ülkelerde yaşayan insanların psikolojik sorunları gibi… Aile baskısı, şiddet, kardeş zorbalığı ruhumu sıkıp yerinden oynattı bu kitabı okurken. Üstelik hiçbirinin göze sokulmamış, basit cümlelerin içine gizlenmiş olması da çok hoştu. Booker’da yolu açık olsun!
Kitapsever, 29 Ağustos 2019, Yazı: Hülya Çelik